31 Mart 2018 Cumartesi

EN GÜÇLÜ


Güçlü olmak gülme eylemiyle endeksli bir varsayımdır diyebiliriz.
İşin ne kadar komikse o kadar kolaydır.
                   Güçlü olmak silahtan, paradan veya kuvvetten gelmez. Güç bence yalan söylemekten gelen bir zeka oyunudur. Büyük yalanlarla büyük dünyayı küçültebilirsiniz. İnsanların kalpten inandıklarının karşıtı olanları onlara kanıtlayacak kadar zekaya sahipseniz tabi. Eğer başarırsanız para, silah, kuvvet gelecektir zaten, yalanların açığa çıkma evresinde tamda. Bu saatten sonra açığa çıksa ne olabilir ki? Bir şekilde susarlar zaten. Güçlü olan susturmadan onlar kendi kendini sustururlar… Aptal olanlar susma mecburiyetinde kalırken, akıllı varlıklar da ortalıkda dolanan o esrarengiz güce dahil olmak zorunda hissederler kendilerini. Bunu nasıl yaptıkları hakkında tahmin yürütemiyorum çünkü onlar benim zekama pembe diyen siyah mat rüyalarımı kontrol eden dahiyane adamlar. Buda bir gerçek ki benim pembe dediğim onlar için gökkuşağı…
             Burada yaşıyorsan gülmek zorundasın. Gül ki kimse sana gülmesin. Sen istediğinde güldür ki onlar istediğinde gülmesin.
                Bunu çok iyi yaptığımı düşünüyorum. 1,2,3,4,5 tane de şahidim var diyebilirim. Kronik bir rahatsızlığım var ve selamlaşmak istemediklerimle ciddi anlamda göz göze bile gelmem. Kronik derken çözüm aradığım bir hastalık gibi görünmüyordur umarım. Ben bunu artılarım arasında görüyorum. Güçlü olmak konusu da buna dahil olan bir tevazudur, dolandırıcılığın yanı sıra.
              Belli bir yaş kavramı vardır mesela. Belli bir yaşa gelince yapılmayacak yada belli bir yaşa gelmeden yapılmayacaklar listesinin giriş cümlesi bu, başka hiçbir halt değil. Güçlü olmak birazda bu tezi çürütebilmek midir? Mesela on iki yaşında yönegebilmek gibi. Kırk sekiz yaşında aşık olup bunu paylaşabilmek gibi. Tepkilerin komik gelmesi gibi. Ne kadar komikse o kadar kolaydır da. Tıpkı işim gibi...
    Eski güzel günleri yaşıyoruz ileride hak vereceksiniz.
Güçlü kalın, güçlü yaşayın, güçlü görünün
Gülümseyin de…

22 Mart 2018 Perşembe

GEZİ YAZISI


Gezi yazısı yazmak istiyorum yaklaşık 6 senedir.
Belki yazısı tutacak kadar güzel biz geziye çıkmadım, Belkide evden hiç gezmeye diye çıkmadım.
Evet gezmeyi sevdiğimi idda ediyorum. Sanki kendi ülkem bitmiş sıra yurtdışındaymış gibi.
                     Bana otoyol mesafesi 370 km olan peri bacalarına bile gitmedim daha ama seviyorum. Safranbolu evlerine aşığım. Küçük dükkanlı, tek bir sokağın üzerine kurulu hediyelik eşya satan esnafın yerliliğine hayranım orada. Ben daha Safranbolu’yu görmedim ama Bolu’da 3 saat kadar kaldım. Hatay’dı sanırım 26 kişilik bir futbol takımıyla turnuvalardaydık. Dere, Şelale, köy kahvaltıları, sabah kokusu Birde düğün salonu vardı bu köprülü yeşil yerde, düğün salonunun merdiveninin kenarlarında su akıyordu. Misafirlerin ayaklarına sıçraya sıçraya…  Burada bulunmam gerektiğini düşündüm hep ama hiç görmedim orayı da. Çanakkale’nin insanlarına üniversite sebebiyle dahil oldum. Çok rahatsınız burada, denize sıfır bir öğrenci yurdunda kalıyorum. Hiç zorlanmadan Çanakkale’li oldum. Üniversiteyi beraber kazandığım arkadaşımla vakit geçiriyordum sürekli ta ki Ayça adında bir kızla tanışana kadar. Çok iyi bir kız, Çanakkale’nin gelişmiş kültürlerinden ziyade geleneklerine tırmanmak istediğimi söyleyince sağ kaşımın ortasına yumruk yedim abeylerinden. Aslında üniversiteyi de kendi memleketim olan Kahramanmaraş’ta okuyorum ben Çanakkale’de değil. Değişik Bir kültür arıyordum Kars’a gittim. Oradan da bir araba alıp geldim hemen, hiç durmadım. Hele sen hiç gördün mü Şanlıurfa’da ki poşu satan işportacıları. Ben hiç görmedim. İstanbul tarafiğine maruz kalıp hayallerime ulaşamamıştım 8 yaşındayken, onun da hiç kimseye bir zararı olmamıştı zaten. 17 Yaşındayken anıtkabire gittim. 25 dakika içersinde Ankara’yı terk etmek zorundaydık. Denizlide tavuk döner kadar lezzetli bir gün geçirmek istedim birden bire horozlandı iş arkadaşlarım, hemen geri dönmem istendi patronum tarafından. İzmir sahil yolunda tam bir şeyler içecekken kendi yolumun yorgunluğunu hatırladım ben.
                   Sistemin kölesi miyim? Modern kölelik bunla eşdeğer bir şey mi? yoksa çok mu kasılıyorum? Cevap veremeyecek kadar çok işim var.
   Görüşürüz…


21 Mart 2018 Çarşamba

GEREK VAR MI?


  Ayda iki kere sizi bir yerlerden bulup akıl veren arkadaşlarınız var mı?
Olmama ihtimaline karşı bir çuval para verebilirim...
              Güzel bir şeydir arkadaşlık, olmasalar hayattan aldığınız bir fiske zevki de alamazsınız belki de. Kendi isteğinizle günde minimum iki saat geçirdiklerinizden bahsediyorum tabi. Onların fikirleri inanılmaz önemlidir benim veya sizin için. Çünkü sizi dışarıdan en iyi analiz eden o kişi veya kişilerdir. Birde ayda bir buluştuklarınız değil denk geldikleriniz vardır. Bu türlerin iğrenç ötesi bir huyu var. Sürekli şunu yap, bunu yapma, bence aptalca bir tercih olur tarzında önerileri olur. Kardeşim bir dur bakalım. Bir bak etrafına ben nerdeyim, o kim, günde kaç kere isyan ediyor bu kararları alma yetkisine erişmek için, saatte kaç kere boyun eğiyor, büyük görünen insanlara. Ya da ben kimim? Hatta ben kimim ki diye düşün. Aptal insanlar öz güven parodisine aşıkken zeki insanlar içine kapanıp bir kavgaya dahil bulunurlar sürekli, yada ben böyle düşünüyorum. Her neredeysen gel ve seni bu konuda ikna edeyim diyemiyorum çünkü daha çok gencim ve kendi başımı ağrıtmak zorundayım.
Senin kadar güzel olsaydım  tövbe ederdim ya da senin kadar güçlü olsaydım, güzelliklerini yüzlerine vururdum…
               Apayrı bir mevzu vardır, olumsuz konuşursun tamamda biz tanışmıyoruz hiç, neyine benim bileklerimin inceliği. Sesini kesip bazı antrenmanlarını eksiksiz devam ettirmen sana da bana da yarar sağlayacaktır. Senin kilon kadar benim seçeneğim var ve yinede aynı yerde buluşturulduk. Senin şansın mı? benim bahtım mı? Acaba neyin delaleti. Tartışmasız çok pahalı gülüyorsunuz, bu benim hissemi alçalta dursun ben uzaklaştıkça kazanç sağlayayım. Yeter ki ortak olmayalım.
                Sen kimsin tarzında konuşmak istiyorum fakat sürekli siz kimsiniz oluyor. Çünkü tanışmıyoruz, Tanıştığımızla samimi değiliz, samimi olduklarımıza da saygı duyuyoruz. Şüphe duyanlardan daha kuşkulu davrandığımın farkında olanlarla yemek yerim sadece. Doymadan da kalkmam sofradan, zaten kaldırmaz bana eşlik eden arkadaşlar…
Bilmem kaç yıldır tanıdığın kendinden daha iyisini kimse bilmez.
Onlar sadece senin kazandıklarını bilirler, onları kazanırken kaybettiklerinden haberdar bile değillerdir. Bu kimsenin umurunda da değil zaten…
             

6 Mart 2018 Salı

HİÇBİR ŞEY




                             Bazen anlatırsın bazen anlarlar. Sen anlattın diye anlayacaklar mantığı yoktur ya da sen anlatmadın diye anlamayacaklar. Sen hiçbir şeysin, çünkü onlar her şeyler. İki mükemmel olmaz bence. Birisi mükemmelse, öteki iyidir. Sen hangisisin dediğim herkes senin gibi düşünüyor. Ben mükemmelim. Peki bu kadar mükemmelliğin yanı sıra dünya neden kirli bir yer olarak beyan ediliyor?  Çünkü sende bende mükemmel değiliz. ‘’Daha iyisini bulana kadar en iyisi bu’’ tezi vardır ya hah işte hiç birimiz en mükemmeliyle tokalaşmadık hiç. Bundan dolayıdır ki en mükemmelini ben olarak biliyoruz. İstisnalarımız vardır, onlarda biliyorsunuz ki toplumda yer kaplamayan kimyasal gaz gibi bir şey. Geri zekalı olduğuna ikna edebileceğiniz bir insan var mı? Geçtiğimiz günlerde instagramda görmüştüm; Bir tımarhaneye kapatılsanız doktorlara, yetkililere deli olmadığınızı nasıl kanıtlarsınız diye bir paylaşımdı. Uzun süre düşündüm ve tek bir cevap buldum. Sizin bir fikriniz var mı? Yaptığımız her şey delilikten başka bir şey değil, tek bir şey hariç. Namaz kılmak belki de bizi o tırmarhaneden kurtarır. Bu yazının ana fikri namaz kılın sıhhat bulun değil. Kimsenin Dini görüşünü şekillendiremem. Demek istediğim burada yaptığımız her şey delilik, oradaki hastalarla aynı şeyleri yapıyoruz aslında.
                      Bu dünya senin etrafında dönen bir gezegende değil. Sen ağa yada paşada değilsin olsan bile ortalama 1,75 boylarında, her yemekten sonra bir çay kaşığı egoyla güzelleşen, paranın her şey olmadığını söyleyip hayatının büyük bir kısmını onun için heba eden ve yine ortalamaya yakın 65 yaşlarında hayatının sonlanacağı bir canlısın. Bitkiler gibi…
                  Konu bu değildi aslında nasıl buraya geldi bilmiyorum. Çokta mühim değil sonuçta karalama defterlerinin de bir konusu olmaz. Yalnız büyük işlerin ilk sufleleri de karalama defterine yazılır. Gereksiz ve önemli bir yapıt diyebilirsiniz burası için, yada beni ne ilgilendirir ki…

1 Mart 2018 Perşembe

ZAMANIM YOK



                  -Kafamda o kadar çok şey var ki şuan başlasam yapmaya 418 yaşında tamamlarım.
                    Gariptir ki 3 ya da beş farklı eylemle devam ediyor hayatımız. Bazen birini bile tamamlayamadan güneş batıyor, umursamayıp devam ediyoruz, geç vakitte görev tamamlanıyor bu seferde yarınki işimize başlamak için çok geç kalmış oluyoruz. Bir nevi ben hayata yetişemiyorum çığlığı bu. İsyan değil yanlış anlaşılmasın. Sonuç da benim her telaşım, bilmem ne kulvarında senden üstün olma teminatımın onay mektubu gibi bir şey. Yapmak zorunda olduğum hiçbir şey yok şuan ama yapmak zorunda olacağım günler yakındır ki konuşmayı, bilgisayar kullanmayı, saçlarımı taramayı, tebessüm etmenin mecbur olduğunu bir an önce öğrenmeliyim. Umursamazlık seviyesi insanın şahsi prestijiyle endeksli olduğunu öğrendim mesela. Bundan sebep umursamadığım tek şey senin hayatın oldu veya sizin hayatınız. Benimle gezip tozup cafe,bar her gece takılmak  isteyen yüzlerce arkadaşım var ama maalesef be kardeşim vaktim yok...  Birinin beni sevip sevmemesi benim sadece bulunduğum ortamı değiştirir, başka hiçbir farkı olmaz hayatımın, bu sebeple bende senden nefret ediyorum dar görüşlü arkadaşım. Belki düşüncelerim bencillikle aynı mantığa dayanıyor. Buda pek problem değil, kimin ne kadar faydası oldu takdir edersiniz ki uzaktan bile görünüyor.
                    Kafamdakilerin aslında birçoğunu yaptım. Müzik yaptım uzun bir süre. Dershanede coğrafya hocam beni ikna edip bir resim galerisine üye yaptı. 2 yıl Akdeniz bölge ikincisi olduk futsalda birkaç farklı şehir gezdik bunun sayesinde ve bir şeyler karalayıp tanımadığım insanlarla paylaşıyorum şuan. Bunların hepsi kafamdakilerin bir kısmı.Özellikle müzik yaptığım dönemde birlerce kişi beni tanıyordu, saygı duyuyordu. Olgunlaşmış oldum biraz, bıraktım müziği, hiçbir yere varamayacağımı anlayıp. İnanın şuan o binlerce kişinin arasından bir kişi bile kalmadı. Çünkü benim işlerim var, rahat yaşayamıyorum onlar gibi, moruk diye hitap edemiyorum arkadaşlarıma çünkü yaşım geçti. Dershane hayatım bitti resim olayını orada kapattım, araştırın, isim yapmış ödüller almış hiç Türk ressam yok.E benimde ilk olmaya cesaretim yok. Futsal takımından, olmasa yemek yemediğim çok değerli arkadaşlarımla yaklaşık 4 yıldır hiç görüşmüyoruz,  sebebi büyüdüm, sorumluluklarım var…  Okunmasa bile bir şeyler karalayıp paylaşmaya devam ediyorum, çünkü buna yeni başladım büyük ihtimalle büyüdüm diyip bunu da bırakırım.
                 Buraya kadar yazdığım hiçbir şeyden şikayetçi değilim, böyle devam etmesini istiyorum. Dediğim gibi kafamdakilerin hepsini yapmaya kalksam 418 yaşında bitecek. O kadar da uzun bir hayatımız olmayacağı gibi kendi imkansız hayallerimi gerçekleştirmek yerine 8-5 çalışıp başkalarının hayallerini gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Büyük ihtimalle 100 insanın doksan dokuzu da de böyle düşünüyordur…
               

23 Şubat 2018 Cuma

KEMENÇE İLE SİRTAKİ ÇALMAK

                       



                          Burası neresi bir sor bakalım yanındakine aynı zihniyetle rastlaşıyor musunuz? Aynı yerdeyseniz sorun yoktur fakat farklı yerlerdeyseniz önce yanındakiyle vedalaş sonra kendi adını kendine unutturup, gözüne uyku gözlüğü takıp, sol ayak bileğine ağır bir pranga geçirip yani kendine bir şekilde zorluk çıkarıp hızlı bir deparla oradan uzaklaş. Hayatının her anında bir zorlukla mücadele etmek zorundasın. Bu zorlukları da kendin belirle. Daha da güç bir zorluk olmasından kaçınmak için kendi zorluklarını kendin belirle. Nereye gittiğin önemli değil orada olma yeter. Çünkü orası her kişiliğe farklı hizmet veren bir müesese. Pahalı dekorasyonu, ucuz içkileri, uzun saçlıları, kısa boyluları ve her tondan kalabalığıyla orası vazgeçilmez bir yer nefsin için. Mesela

;Korkunç bir kadın ismi senden edebilir seni.
 Onlar senden iyi bilir seni
Basit değilim demişliğinle şekillenme
Sert adamlarla böl hisseni
   
 Anlatabildim mi?
Anlamanız için en zor yolları seçme isteği var içimde ve kendimi kırmakta istemiyorum. Basitlik ilgi çekici bir şey olsaydı yemek yemek bir sanat, lokantalar müze, şişmanlar diva olurdu. Aşçılar popçular kadar kazanır. Canlı hayvan çiftçileri prodüktörler kadar havalı olurdu.                                                    Peki şimdi anlatabildim mi?

                 
                Saçma bir şeyle uğraşman gerekli, bir şeyleri tercih etmen yeterli bunun için, zaten her bir şey saçma değimli sence de. Sevdiğin işi yapamıyorsun madem, yaptığın işi seveceksin. Sonuçta hepsi aynı sistemin hurafesi. Biz severiz böyle merdiven altından geçip de başımıza uğursuzluk getirmeyi. Bundan dolayı da herkesin işine karışırız ama kendi işimizin ne olduğunun farkında bile değiliz. Beş dakika daha diyerek uyumaya devam ediyoruz asırlardır. Uyanmamız için de ayna kırılmalı illa…      

20 Şubat 2018 Salı

HER DAKİKA BURADASIN


   
                         Her dakika buradasın ve bunun farkında bile değilsin. Belki makbul olanı budur, belki de mecburiyeti yaşıyoruz. Her ne boksa da memnunum bundan. Senin için sorun olmadığından eminim hatta seni ilgilendirmez bile. Sen yine gez, dolaş, ne bileyim arkadaşlarınla kahve iç, bisiklete bin. Burası senin için yeterince mekana ve alana taabi. Benim olan hiçbir şey yok ama senin olan her şey var burada. Kalın sesin, büyük gözlerin, çirkin sarı kazağın, elektriklenmiş saçların, nefret edilen ojelerin. Bir tek kokun yok, sanıyorum ki unutuldu, unuttum onu. Unutmak zorundaydım üç beş mükemmelliği, kokundan başlamış oldu beynimin en alafrangalı mecrası.
                        Bakın abartmıyorum bazılarının sizle kavga etmesi bile sizi 4 sene kadar daha mutlu edebilir ve son kez de olsa sırf muhataplık söz konusu oldu diye, saat 11:25’den beri heyecanlıyım ben. Ağlamadım hiç, çok defa güldüm. Sana fark ettirmeden senin tırnağın kadarlarıyla gezip dolaştım. Senin burada olman kadar geri zekalı bir durum bu. Birde böyle bir şuura sebepsin ya…  Senin buradan gitmen ya da gitmemen ikileminde zayıfladı bilinçaltım. Hayal gücüm senin kadar kaldı, dahası vardı onu da saygı değer annemiz sırtına sürüp büyük kızına sıvazlattı. Neyse sağlık olsun, bak ikimizde bir şeyler kazandık. Ben seni, sen benim sevgimi.
                     Hep buradasın, burada olduğun farkında değilsin, burası senin için biçilmiş kaftan, burası, burası, burası.  Burası neresi?

; Yeryüzünde ikamet eden, her hangi bir canlının ilgi odaklarını irdelemeyen ve aynı öz veriyi de karşı taraftan bekleyen, mavilerle kamufle edilmiş sağa bakan bir solcu siyahlığı, bir aşığın yarım kalmış duvar yazısı veya da müslüman bir çocuğun tanklara karşı çatılan kaşları diyeyim sen anla be kardeşim

17 Şubat 2018 Cumartesi

BİR RAHATSIZLIK

                   


                  Her dakika acı çektiğini belirten geri zekalı insanlarla aynı tarafa bakmak istemiyorum. Birisi kafamı tutup o tarafa doğru boynumu kırana kadar da bakmayacağım. Yeterince acı çektiysen ki çekmişsindir, bırak kardeşim ağlamayı. Senin aptal içerikli polyannacılıkla başlayan ilişkilerinin sonlanmasının sebebi beni ne kadar ilgilendirir ki? Sosyal hesap özürlümüyüm acaba diye düşünüyorum bazen. İnstagramı kullanmak için sevgilimden mi ayrılmalıyım? Bu salaklaşmış gurursuz kişilikleriniz, basit fikirlerinizin yanı sıra birde egoist tavırlar sergiliyorsunuz ya. Aslında bu bile birilerine gerizekalı diyebilmem için beni tatmin edecek kadar yukarısı. Mesela anlık paylaşılan story de güncel olan çocuk istismarını kınayan bir içerik paylaşıp tam  sekiz dakika sonra “ağlasam geçer mi?” şeklinde bir paylaşımın acizliğiyle 2k takipçinin beğenisini toplamanda o iki bin ağmanın zihinsel engellerinden türeyen bir özgüven midir? Hep merak ediyorum.
                   Seni neden bu kadar ilgilendiriyor ki? diyeceksiniz haklı olarak. Bana dokunan hiç bir şey yok aksine kendimi daha zeki hissetmemi sağlıyordu bir yere kadar ama. İnsanlar, sonuçta aynı familyadan olduğum bir varlık, daha da içine girelim aynı şehirde yaşadığım bir kız, olayı derinleştirirsek mahalleden bir abim, daha da derine girersek eğer. Kardeşim sen benim kapı komşumsun az kendine gel. Evde tuz bitse isteyemiyorum senden abi. Yüz yüze bakmak zorunda olanlardanız.
                Bunlar sizler için normal bir şey olsa bile, hani ne alakası var deseniz dahi, bu o kadar büyük bir beyinsizlik ki. Pisikolojik bir rahatsızlık belki de. Bana özel bir durum yani. İstediğiniz kadar garipseyin ama durum bu. Daha nefretimin yarısını bile anlatadım bence. Telaffuz edebileceğim bir makine icat edilse keşke...

İNSANLAR, AYNI SENİN GİBİ


                     Nasıl böyle bir şey düşünürsün?  Benim en sevdiğim renk kırmızı fakat bizim sınıfın en çalışkan öğrencisi olan Melisa ise beyaz rengi seviyor, ben acıyı çok severim kardeşim acıdan nefret eder, et yemeyen arkadaşlarım bile var. Bunların alışılmış birer aktivasyon misillemesi olduğunu düşünüyorum. Patenti alınmış kanıtlarım yok maalesef ki ama sizleri tatmin edecek cümleler kurabilirim. Benim kafamda çürütmeye çalıştığım yüzlerce tez var ve çürütemediklerim den çok etkilenir, hakkında bir şeyler karalarım. Bunlardan biriside İnsanların aynı senin gibi olmasıdır.
                    Herkes aynıdır. Aynı duygular, aynı düşünceler, aynı damak tadı kısaca fiziksel olmayan ruhun karakterleri bunlar. Örneğin yeni doğan bir çocuk kız veya erkek fark etmez zevkleri, duyguları, kendi tercihleri olmadan dünyaya gelirler. Kız çocuğa kırmızı veya pembe patik örülür, erkek çocuğa mavi. Böylelikle ilk olarak mavinin, erkek kırmızının, kız rengi olduğu aşılanır. Biraz büyürler erkek çocuğa küfür öğretilir. Çocuk düşüp ağlarsa, sen erkek adamsın erkek adam ağlar mı? Diyerek aslında onun bilinçaltını tekmelerler. Birde en önemlisi ‘’oğlum amcana pipini göster bakim hah aferin birde küfür et aslanım benim be kimin oğlu?’’denir. Bu çocuk burada demek ki erkek olmak kız olmaktan daha üstün bir şey diyerek kızı erkek den ayıran babanın, amcanın, dayının aslan çocuğu olur. Kız çocuğa dışarı çıkmanın kötü olduğunu aşılarlar biraz büyüyünce. Ona tatlım, balım, prensesim diye seslenir anne babası. Düşse abartılı bir şekilde ilgi gösterilir bundan dolayı da kız çocuğu ilgi bekler. Bizleri ilk farklılaştıran aile için olağan durumlardır.
                Ergenlik zamanlarında yavaştan tam anlamıyla tabiri caizse gözle görülür karakterimiz oturur. Bunu bizler değil bulunduğumuz ortamlar belirler. Misal benim kardeşimle aramda üç yaş var ve oturduğumuz semtte birçok kişi ikimizi de tanır. Biz o kadar farklıyız ki konuşmamız dahi farklı, mesleğimiz, giyim tarzımız, gelecek planlarımız…  Kardeş olduğumuzu duyanlar hayret ediyor nasıl ya? Ne laka diyor. Çünkü hiç beraber sokak da oynamadık, bana hiçbir zaman kendi hayatı hakkında fikrimi sormadı. Biz ilk aşamayı beraber öğrendik ebeveyn eğitimini beraber aldık ama ebeveynler karakter eğitiminde çok az bir etkiye sahiptirler. O karakterini ve düşüncelerini o farklı bir yerde farklı bir şekilde edindi ben farklı şekilde edindim. Doğudan büyüyüp yetişen bir insan kalabalık aileyi farklı kültürü, aşiret mantığını kavramak zorunda bırakılmıştır. İzmirli bir yetişkinle aynı yemeği yememiştir çünkü.
              Aynı cinsiyette olan ikiz kardeşleri düşünelim şimdi. Aynı şeyleri düşünenlerden başlayalım mesela, ya da birinin başına kötü bir şey geldiğinde diğerinin de bunu hissetmesinden ne biliyim aynı kıyafeti giymelerinden de olabilir… Ta ki evlenene kadar birlikte nefes aldılar, oyun oynadılar, tartışmalar da aynı konuyu savundular, aynı ortamdaydılar. Tabi evlenene kadar sürüyor buda ikizlerden biri Karadenizli bir kızla evleniyor ya da Diyarbakırlı’ ve istese de istemese de bu arkadaş diğer arkadaşla farklılaşıyor. Huy, karakter, zevk, sonradan edinilir. Buna içimize çektiğimiz havanın bile etkisi vardır. Tıpkı sağ üst köşede ki ADANA yazısı gibi…
              Hepimiz aynıyız değişkenlik gösteren ilkelerde insanlarla aynı mesafeye sahipler. Bunca seneni yok etmek istesen de bu imkansızdır kardeşim.

           

HAYAT PAHALI DEĞİL NEFSİM MİLYONER


                Yaşadığınız şehrin en işlek caddesinde yürürken insanlara gizliden bir kulak verin. Eski patronum tavsiyesidir. Ben bir gün denedim hoşuma gitti tekrar denedim sinirlendim, bazen de gururlandım ve bağımlılık yaptı. İnsanlar için maalesefimsi bir eylem olsa bile bunu hep yapıyorum, hem ayıp falan da değil.çünkü: benim yanlışlarımla aynı olan yanlışları duyuyorum insanlardan
               2 saat önce sevimli bir çift telefoncunun önünde tartışıyor gençlerden biri ikinci el telefon alalım diyor diğeri yeni çıkan sıfır bir telefon istiyor. Tahminimce telefoncuya kadar toplu taşımayla gelmiş, aylık kazançları asgari ücretin tamamı bile değil ama telefonum son çıkan, ihtişamlı, pahalı, gösterişli olanından olsun isteniyor. Bunun anlamı da hayat pahalı değil nefsim milyoner. En kötü benim düşüncem öyle.  Orta yaşlı iki adam dönercinin önünde sigara içiyorlar ve aralarında bir konuşma geçiyor banka borcunu bu ay ödemek zor olacak benim için tarzı konuşmalar…  Arkadaşı iğneleyici bir ses tonuyla:  senin neyine 2017 model araba dese de o araba çok önemlidir onun için. 2002 model aracını satıp üzerine kredi çekip son model bir araba fiyakalı gösterir ama rahat vermez. Bunu en iyide ben biliyorum. Öğrenciyim, muhtemeldir param yok ama bir pozitiflik var benle kavgasız geçinen inanamazsın. Borç harç araba almaya karar verdim. Zor oldu ama aldım bir araba, bu arada benim öğrenci bursu, kredisi, bilmem nesi hiçbir gelirim yok. Aylık 300 lira babamın verdiği bir parayla yaşıyorum. Arabam yokken aylık 66 liralık abonmanla toplu taşımayı kullanarak 30 gün okula gidip geliyordum şimdi 66 lirayla okula en fazla 3 gün gidip geliyorum hatta üçüncü gün gidiyorum ama gelemiyorum. Evim Şehrin bir ucunda okulum diğer ucunda. Bunun yanı sıra arabayı borçla aldım o borçlar var. Dün akşam karar verdim tekrar toplu taşımayı kullanmaya. Arabamla vedalaşırken buğulu camına hayat pahalı değil nefsim milyoner yazdım ve indim arabadan evime girdim. Eski patronum aradı ve hesabına yatırdım alacağını dedi. Ceketimi arabada unutmuşum, almak için on dakika sonra arabaya döndüğümde camdaki yazı silinmişti.

                 Bu tıpkı bizler gibi; biliyoruz, farkındayız hatırlarsak içimiz garip oluyor, kötü hissediyoruz ama ortam ısınınca yok olan bir pahalılık hissediyoyoruz. Kıskançlık mıdır? Bilmiyoruz . 

Nefret Ediyorum

       Hangi zerren ne eyliyor ise eylesin, masumiyeti alt edip selvi boyuma zarar vermeden Sende galiba büyüdün parantezlerin içine çilek ç...